Kategoriler
Sağlık

Ecem bilgin : “önce sen, önce iyileşiyoruz”

Psikolog Ve Diyetisyen Ecem Bilgin, Psikodiyet Ve Yeme Bozukluğu İle İlgili Bilgi Ve Tecrübelerini Klass’a Anlattı Yeme davranışlarınızla zayıflığınızı kalıcı halde tutmak mümkün. Son yıllarda revaçta olan psikodiyet tedavi yöntemi ameliyattan sonra kilo almayı önleyen uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde yeme bozukluklarının artması çözüm yollarını beraberinde getiriyor. Diyetisyen ve Psikolog Ecem Bilgin, yeme bozukluğunun uzman isimlerinden biri. Deneyimli Diyetisyen ve Psikolog Ecem Bilgin, hastalığın ve psikodiyet tedavisinin uygulanmasının önemini vurguluyor. Yeme davranışları konusunda tecrübeli olan Psikolog ve Diyetisyen Ecem Bilgin ile yeme bozukluğunun belirtilerini ve tedavi yöntemlerini Klass okurları için konuştuk.

Ecem Hanım, siz oldukça genç ve başarılı bir diyetisyen ve psikologsunuz. Okuyucularımız için sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?
İstanbul Haliç Üniversitesi’nde hem Psikoloji hem Beslenme ve Diyetetik alanlarında çift anadal öğrenimi gördüm. Psikolog ve Diyetisyenim. Hem kişisel hikayem sebebiyle hem de üniversite stajları sırasında oluşan bir ilgiyle yeme davranış bozuklukları ve beden algısı alanlarına yoğunlaştım, yaklaşık 5 yıldır da bu alanda çalışmalarımı sürdürüyorum. Stajyer olarak başladığım İstanbul Obezite Akademisi kapsamında 2018-2020 yılları arasında İOA Kliniği’nde, Kolan International ve Nişantaşı Hastaneleri’nde psikolog ve diyetisyen olarak görev aldım ve bu çalışmalar kapsamında preoperatif ve postoperatif bariatrik cerrahi süreçleri ile yeme davranış bozuklukları konularında çalışmalar sürdürdüm. Bu süreçlere paralel olarak Gestalt Terapi Teknikleri, Bilişsel Davranışçı Terapi, Davranışçı Terapi, ACT Kabul ve Kararlılık Terapisi, Aile Dizimi (Hellinger Terapisi) ve şema terapisi eğitimleri aldım, bu terapi tekniklerini uygun beslenme yöntemleriyle harmanlayarak yeme davranışı bozuklukları terapilerindeki psikodiyet çalışmalarımda uygulamaya başladım. 2022 yılında Diyetisyen Elvan Odabaşı yönetimindeki FORMEO Beslenme Eğitimi ve Diyet Danışmanlık Merkezi’nin yeme davranış bozukluğu departmanı kurucu psikoloğu olarak görev aldım. 2020 yılından bu yana psikodiyet alanında online beslenme ve psikoloji danışmanlığı hizmetleri veriyorum. Şu anda İstanbul’da Bakırköy ofisimde yüz yüze, tüm Türkiye ve dünyadan online olarak danışan kabul ediyorum, ayrıca beslenme ve psikoloji konferanslarında konuşmacı olarak yer alıyorum.

Psikodiyet kavramından bahsettiniz, Psikodiyet nedir bahsedebilir misiniz?
Psikodiyet, beslenmeyle ruh halinin birbirini etkilediğini düşünen, insanın beslenmesiyle psikolojik durumunu bir bütün olarak ele alan bir yaklaşımdır. Beslenmek, yemek yemek doğduğumuz an itibariyle başlayan, bütün ömrümüz boyunca devam eden temel bir ihtiyaçtır. Herkes bu ihtiyacı farklı şekillerde giderir. Ve her insan bu ihtiyaca kişiden kişiye değişkenlik gösteren anlamlar yükler. Karın doyurmak, sosyalleşmek, zevk almak, boşluk doldurmak, stres gidermek, üzüntüyü bastırmak, öfkeyle başa çıkmak derken bu liste böyle uzar gider. Besinlerle ve beslenme eylemiyle aramızda kurduğumuz duygusal bağ onlara yüklediğimiz anlamlarla ilintilidir. Böylece besinlerin duygu dünyamızda bir karşılığı oluşur. Sevinç, öfke, mutluluk, sıkıntı, üzüntü, suçluluk gibi duyguları hissettiğimizde bazı besinlere veya beslenme davranışlarına yöneliriz. Bazen de yememeye veya aşırı yemeye, takıntılı beslenme davranışlarına yönelebiliriz. Bir başka deyişle şöyle de söyleyebiliriz: Besinler yaşamla mücadelenin simgesi haline gelir. Beden ise bu mücadelenin savaş alanı olur. İfade edilemeyen tüm duygular beden üzerinden ifade edilir. O yüzden aslında yapılan diyetler de cerrahi operasyonlar da kısa vadede işe yarar gibi görünür ama eğer arka plandaki duygusal süreçler çalışılmadan yapılırlarsa uzun vadede etkisiz kalır, başarılı olmaz. Özetle, duygusal yüklerden kurtulmadan fiziksel yüklerden kurtulmak pek mümkün değildir. Psikodiyet kavramı içerisinde bu anlatmaya çalıştığım durumun farkında olarak beslenme ve psikoloji alanlarını bütüncül bir yaklaşımla bir araya getiriyoruz.

Sağlıklı bir beslenme davranışıyla yeme bozukluğu arasındaki fark nedir?
Bir beslenme davranışının sağlıklı olup olmadığını söylemek için bakmamız gereken şey yalnızca ne yediğimiz veya ne kadar yediğimiz değildir, aynı zamanda nasıl ve neden yediğimizdir. Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir davranıştır. Yeme bozukluklarında ise bozukluğun cinsine bağlı olarak zaman zaman miktarlarda, zaman zaman sürelerde, zaman zaman da motivasyonlarda ve yemeye eşlik eden duygularda şaşmalar ve sorunlar görülür. Ortaya çıkış nedeni kompleks ve çok faktörlüdür. Bireyden bireye değişiklik gösterebilir ve genellikle birçok nedenin bir araya gelmesiyle meydana gelir. Bu faktörlerin her biri, yeme bozukluğu riskini tek başına arttırmayabilir, ancak birkaçının bir araya gelmesi yeme bozukluğunun ortaya çıkma olasılığını yükseltir.

Peki yeme bozukluğu nedir, nasıl ortaya çıkıyor? Tedavi yöntemleri nelerdir?
Yeme bozukluklarından bahsettiğimizde danışanlarda ciddi rahatsızlıklara yol açan tıbbi bir hastalıktan bahsediyoruz. Öncelikle bunu tespit etmek gerekir. Tedavi süreci psikiyatri ve bu alanda uzmanlaşmış bir psikolog liderliğinde, rahatsızlığın durumu belirlenerek iç hastalıkları ve diğer tıp dalları ile iş birliği yapılarak sürdürülür. Yeme bozukluklarını saptamak için kilonun boya oranlanması ile belirlenen vücut kitle indeksi kullanılmaktadır. Ancak elbette vücut kitle indeksi tanı koyarken bizim için yeterli bir gösterge değildir. Bize bir fikir veren ilk bir adımdır. Kapsamlı bir anamnez çerçevesinde mutlaka hastanın hikayesi, davranış kalıpları ve beslenmeyle ilişkili duygu durumu detaylı olarak incelenmelidir. Destek amaçlı yapılan psikoterapi görüşmeleri, ailenin tedavi sürecine katılması ve hasta bireyin ailesi ile tedaviyi sürdürmesi önemli hususlardandır. Tedavideki ilk hedef çoğunlukla tedaviye açık olmayan hasta bireyin tedavi için gerekli olan iş birliği yapmasını sağlamaktır. Beslenme bozukluğu olan bireyler strese ve duygusal olaylara sorunlu bir beslenme davranışı ile tepki verdiğinden dolayı terapi bu bireylere stres ve duygusal durumlarla alternatif baş etme yöntemlerini öğretmeyi amaçlamaktadır. Özellikle genç hastalarda aile ve yakın çevrenin terapiye dâhil edilmesi çok önemlidir. En önemli şey, iyi bir ekip tedavisidir. Hastanın fiziksel komplikasyonları için mutlaka doktor, yeme düzenini sağlamak için mutlaka diyetisyen, ruhsal sağlığı için de bir psikolog ile çalışması gerekir. Çok ağır Anoreksiya Nervoza vakalarında öncelikli olarak hızlı bir şekilde kilo alımı sağlamak ve hastanın yaşamsal fonksiyonlarını korumak adına hastane yatışı da gerekebilir.

“GERÇEKTEN ŞU AN NEYE İHTİYACIM VAR?’ SORUSUNU SIKÇA SORUN VE BEDENİNİZLE BARIŞIK OLMAYA ÇALIŞIN.”
Yeme bozukluğu geçirmiş biri olarak bu konularda sorun yaşayan kişilere ilk ne önerirsiniz?
Burada aslında üç temel inancımdan bahsetmek istiyorum. İlki kendinizi suçlamayın. Yeme bozukluğu, bir zayıflık ya da irade eksikliği değildir. Bu, fonksiyonlu ve çok boyutlu bir durum. Kendinizi suçlamak yerine çözüm için arayışta olun. İkincisi, yardım istemekten çekinmeyin. Bu mücadeleyi tek başına aşmak zor olabilir. Uzmana, aileye ya da dostlara başvurmak iyileşme sürecini hızlandırabilir. Son inancım ise bedeninizi dinleyin. Bedeninizin size verdiği sinyallere odaklanın. ‘Gerçekten şu an neye ihtiyacım var?’ sorusunu sıkça sorun ve bedeninizle barışık olmaya çalışın.

Aile dizimi / konstelasyon terapisi uygulayıcılığı da yapmaktasınız. Nedir biraz bahseder misiniz?

Aile dizimi, diğer adıyla konstellasyon terapisi, 1990’lı yıllarda Almanya’da ortaya çıkan ve yayılan, Prof. Bert Hellinger tarafından geliştirilmiş bir terapi yöntemidir. Bu terapi yönteminde kişinin başına gelen pozitif ya da negatif olayların kökeni, bireyin içinde yer aldığı aile ve ilişkiler sistemi ile ilişkilendirilir. Bir grup terapisi yöntemi ve psikodrama çalışması olan Hellinger Terapisi ailenin (ya da başka ilişki ağlarının, örneğin şirketlerin) kuşaklar boyunca görünmez bir bağ ile birbirlerine bağlı oldukları yaklaşımından hareket eder. Hedefi bu bağları kollektif bellekten faydalanarak ortaya çıkarmak, danışanın geçmişten kendi yaşamına aktarılmış etkilerin olduğu iç resminin farkına varmasını ve kabullenmesi sağlamak, sonucunda da dönüşmesine imkân tanıyan bir çalışmadır. Bu sene yaz kamplarında Alaçatı, Fethiye, Kaş tatil beldelerinde sıkça aile dizimi yaptık.

Kaynak: Doktor Sitesi

Kategoriler
Sağlık

Kanserde beslenme

Kanserde Beslenme

Kanser, kötü huylu tümörlerin oluşumuyla sonuçlanan kontrolsüz hücre büyümesi ve çoğalması ile karakterize edilir. Genetik, çevresel ve yaşam tarzı faktörlerinden etkilenen, beslenmenin kanser gelişimi ve ilerlemesinde kilit bir belirleyici olarak ortaya çıktığı karmaşık bir hastalıktır. Diyet, metabolizma ve kanser biyolojisi arasındaki etkileşim, beslenmenin kanserin çeşitli yönleri üzerindeki etkisini keşfetmenin önemini vurgulamaktadır.

Diyet Faktörleri ve Kanser Riski: Epidemiyolojik çalışmalar, değişen kanser riski ile ilişkili birkaç diyet faktörü tanımlamıştır. Meyveler, sebzeler, kepekli tahıllar ve yağsız proteinler açısından zengin bir diyet, fitokimyasallar, antioksidanlar ve diyet lifleri gibi biyoaktif bileşiklerin varlığı nedeniyle çeşitli kanser risklerinin azalmasıyla ilişkilendirilmiştir. Tersine, kırmızı ve işlenmiş etler, doymuş yağlar ve rafine şekerler açısından yüksek diyetler, artan kanser riski ile ilişkilendirilmiştir. Bu ilişkilerin altında yatan potansiyel mekanizmalar arasında enflamasyonun modülasyonu, oksidatif stres ve hormonal yollar bulunur.

Beslenme ve Kanser İlerlemesi: Beslenme, tümör büyümesini ve metastazını modüle etmede çok önemli bir rol oynar. Tümör hücreleri sıklıkla, Warburg etkisi olarak bilinen, gelişmiş glikoz alımı ve glikolize güvenme dahil olmak üzere değiştirilmiş metabolik yollar sergiler. Diyet seçimleri, bu metabolik adaptasyonları etkileyerek kanser hücresinin hayatta kalmasını ve çoğalmasını etkileyebilir. Ayrıca, diyetten etkilenen bir durum olan obezite, kronik iltihaplanma ve insülin direnci ile ilişkilidir ve tümörün ilerlemesine elverişli bir ortam yaratır.

Kanser Tedavisinde Beslenme Müdahaleleri: Beslenmenin kanser tedavisine entegrasyonu giderek artan bir kabul görmektedir. Beslenme müdahaleleri, tedaviye bağlı yan etkileri yönetmeye, tedavi etkinliğini optimize etmeye ve genel yaşam kalitesini artırmaya yardımcı olabilir. Bireysel hasta ihtiyaçlarına göre uyarlanmış kişiselleştirilmiş beslenme planları, belirli beslenme eksikliklerini giderebilir, tedaviyle ilişkili semptomları hafifletebilir ve kanser hastalarında yaygın olarak görülen kas erimesi ve kilo kaybı ile karakterize zayıflatıcı bir durum olan kaşeksinin etkisini azaltabilir.

Gelecek Yönleri ve Zorluklar: Önemli ilerlemelere rağmen, beslenme ve kanser arasındaki karmaşık etkileşimleri tam olarak anlamada zorluklar devam etmektedir. Kanser türlerinin heterojenliği, metabolizmadaki bireysel farklılıklar ve tümör biyolojisinin dinamik doğası bu ilişkinin karmaşıklığına katkıda bulunur. Gelecekteki araştırmalar, kanser üzerindeki diyet etkilerinin altında yatan moleküler mekanizmaları aydınlatmaya, hedefli beslenme müdahaleleri geliştirmeye ve kanser tedavisi sonuçlarını iyileştirmek için immüno-nütrisyon gibi yeni yaklaşımları keşfetmeye odaklanmalıdır.

Beslenme ve kanser arasındaki ilişki çok yönlüdür ve kanser riskinden ilerlemeye ve tedaviye kadar değişen bir etki yelpazesini kapsar. Bu etkileşimlerin kapsamlı bir şekilde anlaşılması, kanseri önlemek, yönetmek ve tedavi etmek için etkili stratejiler geliştirmek için gereklidir. Beslenmeyi daha geniş kanser tedavisi çerçevesine entegre ederek hasta sonuçlarını optimize edebilir ve bu korkunç hastalığa karşı devam eden savaşa katkıda bulunabiliriz.

Kaynak: Doktor Sitesi

Kategoriler
Sağlık

Diyabetik ayak

Diyabetik ayak, hastaneye başvuruların yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Ayrıca amputasyon ameliyatlarının %50-70’i şeker hastalarına yapılmaktadır. Şeker hastası organını kaybetmişse iki yıl içinde yeniden ameliyat olma riski yüzde 50 olabilmektedir. Şeker hastalarının yüzde 70’inde ayak sorunları ve diyabetik ayak yaraları meydana gelebilmektedir.

Diyabetik Ayak Belirtileri Nelerdir?

Ayak yaraları diyabetli bireylerde ilk belirti olabilir. Ayak yaralarının başlıca nedenleri; kontrolsüz şeker tüketimi, kontrolsüz/bilinçsiz beslenme, kan damarlarının tıkanması ve daralması (diyabetik vaskülopati), sinir hasarı (diyabetik nöropati), yetersiz ayak hijyeni koşulları olarak sıralanabilir. Bacaklarda da ağrı yaşanabilir ve bu ağrının temel nedeni atardamarların daralması, tıkanması ve yürürken bacak kaslarına gerekli kanın gönderilememesidir. Bu durum başlangıçta herhangi bir belirti göstermeyebilir ancak kan damarlarının daralması ve tıkanması arttıkça bacaklarda ağrı hissedilebilir. Bu ağrı zamanla artabilir ve kişi yürürken durup dinlenme ihtiyacı duymaya başlayabilir. Ağrı başlangıçta istirahat ile hafifleyebilir ancak önlem alınmazsa daha sonra istirahat sırasında dahi ortaya çıkabilir. Bu belirtilere ek olarak ayaklarda soğukluk, renk değişikliği, saç dökülmesi, iyileşmeyen yaralar ve ülserler meydana gelebilir.

Diyabetik Ayak Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Diyabetik ayak tedavisi konusunda multidisipliner bir çalışma söz konusudur. Diyabetik ayak problemlerinde, hastada ülser ve gangrenöz yara varsa öncelikle tıbbi tedaviye başlanır (antibiyotik, antikoagülan, kan şekeri kontrolü). Aynı zamanda ortopedi bölümü tarafından hızlı bir temizliğe ihtiyacı varsa debridman işlem gerçekleştirilir. Bu işlemlerin devamında da aynı gün veya bir gün sonra vazokonstriksiyon (damar tıkanıklığı tedavisi) tedavisine başlanır.

Kaynak: Doktor Sitesi