Kategoriler
Sağlık

Yoga ve beden

Yoga kelime olarak ‘birlik’ anlamı taşır. Bu birliği ise en sade şekilde ‘fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak bir bütün haline gelmek’ şekinde tanımlayabiliriz. Yoga yapmak bedenimizin zihnimizle birleşmesini sağlar.
Nasıl mı? Daha önce hiç zihninize ya da mantığınıza karşı çıktınız mı? Zihniniz, siz bir hareket içerisindeyken size ‘bunu yapamazsın!’ diyebilir. Peki zihninizin söylediği şey bedeniniz için gerçek mi? İşte burada açığa çıkan zıtlaşma durumunda zihninize karşı gelip hareketi eyleme dönüştürme çabası içine girmeniz, yeni bir deneyime adım atmanızı sağlar ve bu başlangıç kendinizi keşfetme yolculuğunuzun ilk adımı olur.
Yoga yalnızca zihinsel ya da yalnızca fiziksel bir spor değildir. Aslına bakarsak yoga; fitness, reformer pilates veya pilates gibi bir spor dalı değildir. Yoga içinde nefes ve zihin egzersizlerini barındırır.
Yoga sanıldığı gibi yalnızca hareket değil, fizyo-psikolojik ve psiko-ruhsal bir konudur. Size bedeninizin sınırlarını öğretirken, içinize dönmenizi sağlayarak kendinizi tanımanızda yol gösterir. Üstelik yogada karşılaştırma, kıyaslama ve başkalarıyla bir yarış halinde olma durumu da söz konusu değildir ve yoga yaparken tek gerçeğiniz kendiniz yani bütünen siz olursunuz.
Yoganın Sağlığa Etkisi Nedir?
Son otuz yılda yoganın batı kültüründe yaygınlaşması ile birlikte yoga ve sağlık ilişkisi, ruhsal yönünden daha fazla araştırılmaktadır. Yogada harket ve duruşlar kişinin kendi beden ağırlığını kullanması ile gerçekleşir. Bir çok araştırmacı yapmış olduğu çalışmalarda, yoganın kas-iskelet sistemini destekleyici olduğu sonucuna varmıştır. (Birdee vd., 2008).
Yapılan bir araştırmada ise yoga ile MS yani Multiple Sklerozis hastalığı ele alınmış ve MS hastalığında; ağrı, yorgunluk ve depresyonu azaltabildiği, akciğerin kapasitesini arttırabildiği, kas kültesini desteklediği gibi esnekliği de arttırdığı ve yaşam kalitesine doğrudan etki ettiği sonuçlarına varılmıştır(Özdoğar ve Ertekin, 2016).
Yoga fiziksel aktivitede kas-iskelet sistemini desteklerken, nefes farkındalığı ile akciğer kapasitemizi de geliştirmemizi sağlar. Bunların yanı sıra esneme hareketleri ise sindirim sistemimize etki eder ve bağırsak hareketlerini pozitif olarak arttırmada destekleyici rol oynar.
Yoga yapmak bedenimizi hem içsel hemde dışsal olarak etkiler. Kendi ağırlığımızla çalışmak kas kütlemizi arttırken bizi de güçlendirir. Aynı zamanda bedenimize esneklik kazandırır, sıkılaştırır ve yağ yakımını da destekler. Asıl merak edilen konu ise yoga yapmak zayıflatır mı?
Evet kalori yakmanızı sağlar ancak bu durum beslenmenizle doğru orantılıdır.
Şimdi düşünün bir topluluk tarafından yazılı tarih öncesinde uygulanmaya başlanmış olup, pratiklerinin ve metinlerin toplanıp bir araya getirilmesi dahi milattan önce 500 yıl önceye dayanan bir pratik ve teori bulunmuş.
Adına ise yoga (birlik olmak) denilmiş ve geçmişten günümüze kadar gelerek bedensel ve ruhsal sağlığa olumlu etkileri vurgulanmış. Zinde kalmak, fit olmak ve zayıflamanın yanısıra vücüdunuzu eğitmek, ruhunuzu zihninizle birleştirmek ve kendinize dönerek içsel bir yolculuğa çıkmanızı sağlamak amacı ile yogaya başlamanız ve şifalanmanız dileğimle. Yazımı bu zamana kadar bilinen en büyük yoga ustalarından birisinin birkaç alıntısı ile bitirmek isterim.
“Yoga yalnızca bir şeyleri görme biçimini değil, gören kişiyi de değiştirir. Bedenin ritmi, zihnin melodisi ve ruhun uyumu ise hayat senfonisini ortaya çıkarır.”

Kaynak: Doktor Sitesi

Kategoriler
Sağlık

Yaz yaklaşırken, merhaba sürdürülemez diyetler!

Baharın habercisi olan cemrenin toprağa düşmesiyle beraber havaların ısınmaya başladığı bugünlerde, kış aylarında almış olduğumuz kiloları acilen vermek için kendimize hızlı kilo verdirecek diyet türleri, kürler ve detox suları gibi çareler aramaya başlarız. Peki bunlardan hangisi sizi gerçekten inceltecek olan ve bir süreliğine idare edecek geçici çözümlerden birisi olacak?
Keto diyet olarak adlandırılan ve aslında refrakter epilepsiyi tedavi etmek için kullanılan yüksek yağ içerikli ketojenik diyet mi? Yoksa günlerce aç kalarak yapılan su diyeti, yalnızca elma yenilerek yapılan elma diyeti veya tek yönlü ve düşük kalorili beslenmeyi öneren diyetler mi? Belki de sadece ekmeği keseriz! Ya da hormonlarımıza, kaslarımıza ve kan şekerimize doğrudan etki eden zayıflama çayları içeriz! Neden olmasın? İşte bu noktada acaba kendimize ne derecede zarar veriyoruz?
Diyet; sağlıklı beslenmek anlamını taşır. Doğru bir diyet çeşitli besinlerle beslenmeyi, makro ve mikro elementlerden; karbonhidrat, protein, yağ, mineral ve vitamin açısından dengeli, kişinin ihtiyacı kadar olan enerji miktarını ve son olarak sürdürülebilir yani hayatınız boyunca devam edecek bir beslenme alışkanlığı kazanmanızı ele alır.
Şok diyetler, hızlı kilo vermek amacıyla kullanılan çeşitli çaylar ve benzeri detox uygulamaları ise kısa süreli olarak bize etki etseler de bıraktığımız zaman hızlı şekilde tekrar kilo alırız hatta belkide daha fazlasını…
Sürdürülemez diyetlere bakarsak sağlıklı bir birey uzman desteği almadan kendi başına yaptığı diyetlerde kilo verirken çoğunlukla yağdan değil, kastan kaybeder. Tartıda görmüş olduğu rakam ona yağdan kilo vererek zayıfladığına inandırabilir. Neticede diyet yaparken az beslenip ekmeği kesmiş olması veya zayıflama çayı kullanması hatta iştahını kesmek için bazı hastalıklara özel olan ilaçları kullanması onu zayıflatmıştır. Şu anda ve önündeki birkaç aylık süreçte tartıda gördüğü kilo ve ayna karşısında gördüğü incelme onun için yeterli olacaktır. Peki bundan 5 – 10 veya 20 yıl sonra kendimize uygulamış olduğumuz bu diyetlerin bizlere dönüşü ne olacak? Onu da 5 – 10 yıl sonra düşünürüz diyorsanız tabii ki seçim sizin fakat belirtmeliyim ki sürekli yapılan sürdürülemez diyetlerin gelecek zamandaki sonuçları sizleri pek de mutlu etmeyebilir.
Hızlı kilo alıp vermenin, dengeli, doğru ve yeterli beslenmemenin, içeriği bilinmeyen zayıflama çayları tüketmenin, sürekli yapılan sürdürülemez diyetlerin ve hastalıklara özel olan ilaçların sırf iştah kesiyor diye kullanılması bedenimizde ciddi hasarlar bırakabilir. Geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlardan bazıları; mide rahatsızlıkları, hormon bozuklukları, yeme bozuklukları (anoreksiya/bulimiya nervoza vb.) kas kaybı, kemik erimesi, kalp ve damar hastalıkları, kanser, organ yetmezliği ve son olarak ölümdür.
Doğru beslenmenin, hayat kalitenizi arttırmada ve gelecekte oluşabilecek olan hastalık risklerinde ne kadar etkili olduğunu fark etseniz acaba yaz başlarken yine sürdürülemez olan beslenme uygulamalarını uygular veya dışarıdan alınan zayıflama destek ürünlerini kullanır mıydınız? Doğru bir diyetin amacı sizi aç bırakmak veya ekmeği azaltmak demek değildir. Amaç, geleneksel şekilde beslenmeniz, doymanız ve hayatınız boyunca uygulayabilmenizdir. Lütfen gerçekçi olalım. Kim ömür boyu bu sağlıksız uygulamaları yapabilir ki! Üstelik gelecek zamanda bu kadar ağır sonuçlarla karşılaşacağını bile bile… Diyet yapmanın aç kalmak ve bazı besin öğerini tamamen kesmek anlamına gelmediğinin, 3 gün de 5 kilo verdiren ve size özel olmayan mucize detox sularının gerçek olmadığının ve çoğunlukla vücudunuzdan su kaybettirerek tartıda sizi zayıflatmış gibi gösterdiğinin ama yalnızca ödem attığınızın, şok diyetlerin ve fazla aç kalmanın sıklıkla yağ kaybı yerine, kas kaybına neden olduğunun farkına varın. Ne yerseniz, gelecekte de o olacaksınız.
Bu sebeplerle hatırlatmalıyım ki yalnızca fazla kiloya sahip bireylerin değil, düzenli beslenmeyen ama zayıf insanlarında diyete ihtiyacı vardır. Bedenimize hak ettiği değeri göstermek dileği ile…

Kaynak: Doktor Sitesi

Kategoriler
Sağlık

Bayrama özel beslenme önerileri

Ramazan bayramı, şeker bayramı olarak da adlandırılmaktadır. Bu kutlu 3 günde herkes ailelerini, yakınlarını, sevdiklerini en iyi şekilde misafir etmekten ve ikramda bulunmaktan hoşnut olur. Bayram klasikleri arasında; baklava, sarmalar, börekler, tatlılar ve ikram şekerlemeler sıklıkla tüketilmektedir. Ülkemizde şeker tüketimi ise önerilen sınırların yaklaşık 2.5 katı kadar fazladır. Özellikle bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların (obezite, tip2 diyabet, hipertansiyon vb..) artması beslenme sorunlarından kaynaklanmaktadır.

Ramazan ayı boyunca oruç tutan herkes iftar vaktini bir tatlının veya sevdiği bir yemeğin hayalini kurarak geçirir. Düzensiz ve plansız beslenme eylemini sürdüren kişilerde tat duyusu gittikçe karmaşık ve bir o kadar yoğun bir hale dönüşmektedir. Dolayısıyla bu durum hareketsiz yaşam ile birleştiğinde, metabolizma hızı yavaşlamakta, insülin direnci ve beden ağırlığında hızlı bir artışla sonuçlanmaktadır.

Oruç tutulan süre boyunca, gün içinde herhangi bir besin alımı gerçekleşmediğinden, oruç döneminin bitmesi ile su tüketimi her saat başı 250 mL olacak şekilde düzenlenmelidir. Kahvaltı en geç 09.00 , öğle öğünü 12.30 , ikindi ara öğünü 16.00 ve akşam yemeği en geç 20.00 olacak şekilde beslenme düzeni oluşturulmalıdır. Ramazan ayında birçok kişinin meyve tüketimi önerilerin altında kalabilmektedir. Bu nedenle gün içinde yer alan ara öğünler günlük 3-4 porsiyon meyve ihtiyacının karşılanmasında yardımcı olacaktır.

Metabolizma hızını artırabilmek adına; protein kalitesi yüksek besinlere ağırlık verilmelidir. Maş fasulyesi, nohut, mercimek, somon, tavuk göğsü, yumurta, ceviz, kefir gibi besinler hem proteinden bol hem de uzun süre tok tutmaya yardımcı olmaktadırlar.

Mevsim Sebze ve yeşilliklerinin tüketimi günlük 3 porsiyon kadar olmalı ve tuz eklenmemelidir. Pişirme tekniklerinde kızartma yöntemi tercih edilmemeli, 1 Yemek Kaşığı zeytinyağı ile yemekler hazırlanmalıdır.

Et grubundan balık tüketimine haftada 2-3 kez ağırlık verilmeli, kırmızı et tüketimi maksimum haftada 1 olmalı ve tavuk – hindi gibi yağ – kolesterol miktarı düşük etler tercih edilmelidir. Salam, sosis, sucuk vb işlenmiş etler, yüksek sodyum ve yağ içeriğinden dolayı tercih edilmemelidir.

Yemekleri hazırlarken doymuş yağ grubundan zengin olan hayvansal yağları mümkün olduğunca kullanmamak doğru bir tercih olacaktır. Özellikle kalp damar hastalıklarına yatkınlığı olan bireylerde doymuş yağ grubu dikkatli tüketilmesi hatta tüketilmemesi gereken gruptur. Ek olarak yağ tercihinin zeytinyağı olması ve maksimum 3 yemek kaşığı olması yeterli olacaktır.

Şeker ve şeker içeren besinler, günlük total tüketimi enerjinin %10’unu geçmemelidir. Bayram günleri şekerin grubunun en çok tüketildiğini ve porsiyon kontrolünün sağlanamadığını sıklıkla görmekteyiz. Ülkemizde artan diyabet oranlarını düşündüğümüzde, şekerin aslında masum olmadığını ve haftada en fazla 1 kez az şekerli sütlü tatlılar tercih edilmesini yeterli görebiliriz. Her yaş grubunda şeker tüketimi oldukça yüksek seyrettiğinden, metabolik sendrom gelişme riski fazladır. Bu nedenle bayram günleri, özel günlerde tatlı tüketimini sınırlandırmalıyız.

Beyaz un, rafine edilmiş tahıllar ve düşük posalı işlenmiş ürünler: kek, pasta, börek, bisküvi, kurabiye vb hamur işleri yine bayramlarda sıklıkla sofralarda yer aldığından, tüketimi azaltılması gereken besinleri oluşturmaktadır. Bununla beraber pirinç, patates, makarna vb tahılların yerine bulgur, karabuğday vb tüketimi sağlanmalıdır.

Sağlıklı ve mutlu nice bayramlara erişmek dileğiyle !

Kaynak: Doktor Sitesi

childthemewp.com